30 Eylül 2012 Pazar

"biraz rakı, biraz azık"

bir mum yaktığım
o akşam seni andım
korkuyu savdığım
her anı hatırladım

gittiğin günden şimdiye
her şey aynı sadece
çok özledim
her kahraman gibi erken gittin

gördüğüm en son ışık
parıltı sendin, hep parlardın
dinlendiğim o sarmaşık sonra soldu
hep uçtun ateşe yakın

bir kayık iki kürek
ay parlak asil yürek
biraz rakı biraz azık
belki hayat bu demek

göçtüğün gün ben tesadüfen
düşümde gördüm veda ederken
çok özledim
her kahraman gibi erken gittin

gördüğüm en son ışık
parıltı sendin hep parlardın
dinlendiğim o sarmaşık sonra soldu
hep uçtun ateşe yakın


Şebnem Ferah
Benim Adım Orman
2009

http://fizy.com/#s/1d78ma

27 Eylül 2012 Perşembe

"saat 3, ayaktasın, uyku tutmamış yine"

İrlanda asıllı ABDli yazar F.S.Fitzgerald (1896-1940) demiş ki ;
"ruhun gerçekten karanlık içinde olduğu bir gecede, saat her zaman sabahın üçüdür"

10 Eylül 2012 Pazartesi

Ankara, Mon Amour!



"Daha sonra, bu bilinene dönmenin verdiği huzura, bu benim 'insanlık durumuma' çeşitli disiplinlerin yaklaşımlarını inceledim tabii. Bana bu konuda bugün bile en gerçekçi ve tutarlı gelen yaklaşım benim bir 'Yengeç' olmamdır. Gerçi bu konuda da o zamanlar müphem bir nokta vardı. 21 Temmuz meselesi. Yani tam Aslan'a geçiş. Yani Kelebek ekine göre Aslan'sın, Ses ve Hayat mecmualarına göre Yengeç'sin. Hürriyet gazetesinden ilk o zaman soğumuştum."

"İnsan nasıl bazı kitapları çok severek okusa da, bir süre sonra neler olduğunu unutur ve o kitaptan sadece bir duygu kalırsa geriye o günden bana sadece bir duygu kaldı."

"Beklemek her geçen gün, her geçen ay ve hatta her geçen yıldan sonra daha da kolaylaşır. En zor geçen ilk altı aydır. Özlem vardır çünkü. Bir yıl sonra iş işten geçti sanılır, özlem yavaş yavaş yerini öfkeye bırakmaya başlasa da ikisi arasında gider gelir insan, en çok da onurunun kırıldığını düşünür. Sonra özlem ve öfkenin üzerine bir küskünlük bulutu gelip çöker. Yağmuru beklemeye başlarsınız, bir yağsa her şey yeniden başlayacaktır; ama yağmaz o yağmur. Bir yıl, beş yıl, on yıl... Bir de bakarsınız ki beklemek bir din, bir ibadet olmuştur, sanki onunla doğmuş gibisinizdir, adınız kadar size aittir.

Arkadaşlarınız önceleri şefkatlidir, atlatacağınızı düşünüp anlayışlı davranırlar, dinlerler, sorarlar, 'bir haber var mı?' derler. Sonra ufak ufak kızgınlıklar başlar, 'değmez unut' derler, otuzunuzda hâlâ gençsinizdir, hâlâ birileriyle tanıştırılırsınız. Nihayet bir gün onlar da bırakırlar peşinizi. Herkes nerede yaşadığınızı, ne yaptığınızı bilir, telefon numaranız da değişmemiştir; ama sizden başka hiç kimsenin bu bekleyiş için gücü kalmamıştır."


Ankara, Mon Amour!
Şükran Yiğit
İletişim Yayınları
2003